Meclis açılışında Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıraları ile selamlaşması ile başlayan, Rasim Ozan Kütahyalı, nam-ı diğer ROK’un youtube kanalında keşke böyle böyle olsa diye kendisine söylettirilen yol haritası ile süregelen ve nihayetinde “Apo gelsin meclis kürsüsünde konuşsun” ile mum dikilen bir süreçle karşı karşıyayız. Biz bu filmin birincisini izlemiştik. İlkinde kimimiz heveslenmiştik kimimiz ise mesafeli yaklaşmıştık. Şimdi ise açılım süreci yeni bir cover ile karşımızda. Solist aynı, saz ekibi farklı, introsu değişik ama amacı aynı. Er Ryan’ı Kurtarmak’ın yönetmeninden yeni bir macera: Er Doğan’ın Koltuğunu Korumak!
Filmin ikinci serisini anlamak için öncelikle serinin ilk filminde neler oldu buna iyi bakmak gerek. 2012 yılının sonlarında başlayan ve 2015 yılına kadar süren açılım süreci boyunca akil insanlar toplandı, PKK’nın siyasi kanadı olan HDP toplum gözünde kutuplaştırılmayarak bir nevi legalize edildi, Selahattin Demirtaş saz çalıp türküler söyledi ve sonunda tüm bunların etkisiyle 2015 yılı Haziran’ındaki seçimlerde HDP oylarını %13’e çıkararak 80 milletvekilini meclise sokarken; AK Parti ise tarihinde ilk defa tek başına iktidar olma yetisini kaybetti. Üstüne üstlük Selahattin Demirbaş da meclis kürsüsünden 3 defa “Seni Başkan Yaptırmayacağız!” diye bağırınca “yüz verdik deliye geldi sıçtı halıya” şokunu atlattıktan sonra Erdoğan 11 Ağustos 2015’te yaptığı “Bunlar ne yazık ki çözüm sürecini anlamadılar, anlamak istemediler. Şu anda bu buzdolabındadır” ifadesi ile açılım sürecini rafa kaldırdı.
2015 yılı Haziran’ı ile Kasım’ı arasında önce 20 Temmuz’da Suruç’ta bombalar patladı ardından 10 Ekim’de de Ankara Gar’ının önünde. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun yıllar sonra “7 Haziran - 1 Kasım 2015 aralığında yaşananlar gündeme gelirse kimsenin kimseye bakacak yüzü olmaz.” diye özetlediği dönemin ardından ise 1 Kasım 2015 tarihinde yapılan seçimler ne mi oldu? AK Parti %49,5 oyla tek başına iktidarına 5 ay aranın ardından devam etti.
Açılım sürecinin Erdoğan tarafından rafa kaldırılmasının ardından ise doğuda bazı ilçelerde özerklik ilan edildi fakat Ankara artık kendine başkanlık için yeni bir siyasi ortak ve akım bulmuştu o da MHP ve milliyetçilikti. Bunun sonucunda 8 Ağustos 2015’te başlayıp 9 Mart 2016’te son bulan 7 aylık Hendek olayları süreci başladı. Türkiye kendi toprakları üzerinde ilan edilen özerkliklerden ve kazılan hendeklerden sanki 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra haberi olmuşcasına seçimin ardından bölgeye askeri müdahalede bulundu ve yeniden bölgede hakimiyet kurmak için tam 249 şehit verildi. Selahattin Demirtaş Erdoğan’ı başkan yaptırsaydı, açılım süreci devam etseydi o açılan hendekler ve ilan edilen özerklikler nasıl sonuç doğuracaktı bilinmez ama iktidar nihayetinde istediğini aldı. Erdoğan belediye başkanlığı, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığının ardından başkan olmuştu. Bu sebeple açılım süreci çekici acil durumda yenden camı kırmak üzere yerine asıldı ve uzun yıllar orada kaldı.
Açılım süreci askıya alındı ama Abdullah Öcalan ihtiyaç halinde her daim emre amadeydi. 2019 seçimleri de bu ihtiyacın hasıl olduğu dönemlerden biri oldu tabi. Yerel seçimin ilk bacağında zarfa konulan üç oyun geçerli bir tanesinin ise geçersiz sayılmasının ardından yapılan 23 Haziran 2019 seçiminden önce hem Abdullah Öcalan’ın Ekrem İmamoğlu’na oy vermeyin çağrısı Anadolu Ajansı tarafından servis edildi üzerine bu da yetmedi Abdullah Öcalan’ın kardeşi Ömer Öcalan TRT Kürdi’ye çıkıp Ekrem İmamoğlu aleyhine konuştu. Kazanırsa PKK’lıları belediye dolduracak denilen belediye başkanına karşı mücadele PKK’nın lideri ile işbirliği içerisinde veriliyordu. Bu yaşananları savcılık ifade özgürlüğü olarak değerlendirdi, şimdilerde İç İşleri Bakan Yardımcısı olan Ak Partili Bülent Turan da konuyu Öcalan’ın kardeşi TRT’ye çıkmadı, TRT Kürdi’ye çıktı. İkisi çok farklı şeyler biz ne yaptığımızı biliyoruz diye savundu.
Hem kendiniz tüm Kürt siyasi hareketini terör örgütü ile bir tutacaksınız, insanları ayrıştıracaksınız, bu siyasi hareket ile alakası olmayan insanları terör işbirlikçisi olarak tanımlayacaksınız sonra da en çok kendiniz bu hareketle işbirliği içerisinde olacaksınız, en sonunda da bırakın BDP’yi HDP’yi DEM’i; PKK’nın liderini durup dururken salıverip mecliste konuşturarak büyük devlet adamı olacaksınız! Ne güzel İstanbul be!
Kanlı mı olacak kansız mı olacak? Bu söylemi liseliler bilmez elbet. Bu söylem 1994 yılında yerel seçimlerde başarı kazandıktan sonra meclis kürsüsünden Necmettin Erbakan’ın yaptığı şu konuşmayı özetleyen bir soru cümlesi.
“Refah Partisi iktidara gelecek, adil düzen kurulacak! O halde sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Tatlı mı olacak, kanlı mı? Bu kelimeleri kullanmak bile istemiyorum ama bunların terörizmi karşısında herkes bu gerçeği görsün diye bu tabirleri kullanmaya mecburiyet duyuyorum. Biz barışçıyız. Biz huzurcuyuz. Bizim yolumuz kardeşliktir.”
Hocasının en çalışkan öğrencilerinden olan Erdoğan da istediğini almak için elbette öncelikle barışı kullanıyordu. Hocası adil düzen derdindeyken kendisi başkanlık sistemi sevdası peşindeydi. Süreç seve seve olmayınca yukarıda anlattığımız gibi söke söke bir şekilde yine Erdoğan’ın istediği şekilde sonuçlandı.
Şimdi nasıl bir tablo var peki? Bu defa da iki dönem kuralı gereği Erdoğan aday olamıyor ve Anayasa değişikliğine ihtiyaç var. AK Parti-HDP ittifakı meyvesini verememişti, AK Parti-MHP birlikteliğinin ise gücü yetmiyor artık o halde voltranı oluşturmak gerek. Sıra geldi Ak Parti-MHP-DEM ittifakına.
İttifaka kurulmasına dair ilk çıkış kimden geldi peki? E tabi ki Devlet Bahçeli’den. Bahçeli; Abdullah Öcalan gelsin mecliste konuşsun diye sonuçlandırdığı açıklamasında umut hakkından bahsetti. Umut hakkı da ne ola ki diye soracak olursanız; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2017'de Litvanya'da müebbet hapis cezasına çarptırılan iki mahkumla ilgili kararında umut hakkından şu şekilde bahsediyor.
"En iğrenç ve korkunç eylemlerde bulunanlar bile temel insanlıklarını korur ve içlerinde değişme kapasitesi taşırlar. Bu insanlara verilen hapis cezaları uzun ve hak edilmiş olsa da, bu insanlar bir gün işledikleri hataların kefaretini ödemiş olabilecekleri umudunu taşıma haklarını korurlar ve bu sebeple bu umuttan tamamen mahrum bırakılmamalıdırlar. Onları umuttan mahrum bırakmak, insanlıklarının temel bir yönünü inkâr etmektir ve bu da aşağılayıcı olacaktır."
Toplumsal infial yaratan her olayda idam cezası olsa böyle olmaz, getirin meclise de desteğimizi verelim idam geri gelsin diyen, 2007 yılında alın şu ipi de Apo’yu asın diye urgan fırlatan Devlet Bahçeli’nin bugün Abdullah Öcalan’ın hayata tutunabilmesinin umudu olmak istemesi, ne kadar da “bu iş ancak Türkiye’de olur” denebilecek cinsten bir iş değil mi?
Hamas mı terör örgütü yoksa İsrail mi terör devleti bilmem. Kim haklı kim haksız oturup incelemek lazım. Can Azerbaycan’da doğan biri olsaydınız Hamas’ı terör örgütü olarak görüp İsrail’i müttefik görecektiniz ya da Türkiye’de başka bir iktidar olsa müslüman ülkelerde Filistin lehine gösteri yapmanın yasaklandığı gibi, Kabe’de Filistin için dua etmenin göz altına alınma sebebi olduğu gibi Hamas karşıtı bir pozisyonda da kalabilirdiniz. Kimin terörist olarak kabul edilip kimin edilmediği ülkeden ülkeye değişebilir hatta değişen hükümetlere göre aynı ülke içerisinde bile değişebilir. Bizde ise ülke aynı, iktidar aynı, örgüt aynı, taraflar aynı ama sürekli değişen bir hain var. Yeter ki çıkarımız gerektirsin; vezir de ederiz, rezil de.
Peki bu çağrının ardından ne oldu? Meclis konuşmasının ertesi günü yine kanlı bir gün yaşadı Türkiye. İki teröristin terör saldırısı sonucu 5 şehit, 22 yaralı. Bu yaralıların 7’si de özel harekat polisi. Bu özel harekat polisi vurgusunu yapmak gerek çünkü olaya helikopterler vasıtasıyla müdahale eden özel harekat polislerinin 7 tanesini bu iki terörist yaralayabiliyor, bu teröristlerden bir tanesi de kadın. Bu saldırıyı barışı sabote etmek isteyenler mi yaptı, PKK mı yaptı, İsrail mi yaptı, Türkiye’deki her kötü şeyin sorumlusu olan (!) CHP mi yaptı bilinmez, ilgilenmiyorum da. Benim ilgilendiğim şey kimin yaptığı değil Türkiye’nin savunma sanayi merkezlerinden birine iki tane teröristin bu şekilde saldırabilmesi ve olaya müdahale için gelen özel harekatçılardan 7 tanesinin biri kadın iki terörist tarafından yaralanması. Eyvah ki ne eyvah.
Yukarıda İsrail-Hamas konusunu açmıştık. Konu terör olunca Ortadoğu’da İsrail’in konumuna ve davranışlarına bir parantez ayırmak gerek. Dedim ya kim haklı kim haksız oturup araştırmak gerek ama şurası kesin terör ile mücadele vereceksen İsrail gibi mücadele vereceksin. ABD ve AB tarafından terör örgütü olarak kabul edilen hem Hizbullah ile hem de Hamas ile öyle bir mücadele verdi ki İsrail; sivil vatandaşlarına karşı düzenlenen 7 Ekim terör saldırısı sonrası bu iki örgütün başında kim varsa yok etti. Onların yerine geçenleri yine yok etti. Bilmem kaç yıl önce tedarik aşamasında iken telsizlere yerleştirdiği patlayıcıları zamanı geldiğinde patlatıp tam anlamıyla gövde gösterisi yaptı. Dünyadan gelen tepkilere ise kulaklarını tıkayıp tek odak noktası olarak kabul ettiği ülkesinin güvenliği için ne gerekiyorsa yaptı. İsrail-Filistin meselesinde İsrail haklı demiyorum tekrar ifade edeyim kimin haklı olduğunu araştırmadan söyleyebilmek ancak mevcut iktidarların papağanlığını yapmak demektir; Türkiye’de de, Azerbaycan’da da başka coğrafyalarda da. Ama ülkenin güvenliğini sağlayacaksan İsrail gibi olacaksın, gözü kara. Bizdeki durum ise ne yazık ki ayakkabı numaralarını bildiğimiz teröristlerin Ankara’nın göbeğinde 7 tane özel harekatçı polisimizi yaralaması. Üzgünüm ama kabul etmek gerekir ki kral çıplak!
Tüm bunlar olurken birileri çıkıp durun yahu ne yapıyorsunuz der diye bekliyorsunuz. Sağa bakıyorsunuz yok, sola bakıyorsunuz yok. Kendi kabuğunu kırıp karşı mahalleden oy kazandırabilecek hareketlerini takdir ettiğimiz Özgür Özel bu defa karşımıza yetmez ama evetçi olarak çıkıyor. Özgür Bey en son sağ seçmenin oyuna talipti hatta halihazırda en çok oy alan partinin lideriydi, ne zaman bu sahnelenen piyesin figüranı oldu anlayan varsa beri gelsin?
Türkiye’de seçmenin sağcısı da solcusu da takım tutar gibi partisini destekliyor, bu sebeple yaşadığı birçok şey kendisine müstahak ama yaşadığımız bu olaylar seçmenin kafasına vura vura şunu öğretiyor: Her ne kadar istihdam sağlamaktan, sürdürülebilir olmaktan, topluma fayda sağlamaktan bahsetse de nasıl ki bir işletmenin tek amacı kâr etmekse; siyasal partilerin ve liderlerinin de tek amacı vardır o da iktidarını maksimize etmek. Hem yetki açısından hem de süre açısından. Sağcısı da solcusu da böyledir. Böyle olmazsa zaten yok olur gider. Yıllarca aynı koltukta oturan insanlar da pelerinli kahramanlar oldukları için değil bulundukları koltuklara sıkıca sarılıp orada kalmak için neye dönüşmesi gerekiyorlarsa ona dönüşebildikleri için o koltuktalar. Aman neyse boşverelim. Hem ne demişler insanları kandırmak kandırılmış olduklarına ikna etmekten daha kolaydır. Nasıl biliyorsanız öyle yapın cemaati müslimin. Sonuçta günün sonunda hep siz ortada dımdızlak kalıyorsunuz. Zorunuza gitmiyorsa hoşunuza gidiyor demektir. Dedik ya size müstahak!
Bu ülkeye bir gün barış gelir mi bilmem. Bu ülkede bir savaş var mı onu da bilmiyorum. Benim sahip olduğum ve bir Kürt’ün sahip olmadığı ne var onu da bilmiyorum. Barış için kim ne istiyor, kime ne verilecek onu da bilmiyorum ama bildiğim tek bir şey var. O da bu ülkenin huzura; dayatma ile, tehdit ile, insanlara aba altından sopa gösterilerek kavuşamayacağı. Yazıda da bahsettik: Umut hakkı. Birgün belki birileri de çıkar bu ülkede yaşayan insanların güvenli, huzurlu ve gelecek kaygısı gütmeden yaşayabileceği günlere umut olur. Bu da bizim ümitsiz kaldığımız biçare umudumuz olsun.
Eğer yazıyı beğendiyseniz;
Yeni yazılardan haberdar olabilmek için yazının en üstünde sağ köşesinde yer alan "Kaydol" sekmesinden siteye üye olabilir ya da aşağıdaki logolar vasıtasıyla sosyal medya hesaplarını takip etmeye başlayabilirsiniz.
Yazılardan daha fazla kişinin haberdar olmasını isterseniz de, yazıları whatsapp/telegram gruplarında ve sosyal medya uygulamalarında paylaşabilirsiniz.
Her zaman farkında kalabilmek ümidiyle.
Comentarios