top of page
  • Yazarın fotoğrafıSerbest Kürsü

Memleketimden İstikrar Manzaraları

Güncelleme tarihi: 19 Ara 2021

İstikrar. Futbolda teknik direktör değiştirmekten tutun, devlet yönetiminde hükümetlerin değişmesine kadar ülkemizde her alanda önem atfedilen bir mevzu. Gelin bu pazar da memlekette son 20 yılda nasıl bir istikrar var onu inceleyelim.


Fiiliyatta kimsenin umursadığı bir konu olmasa da lafa gelince hepimiz için en öncelikli konu olan eğitimle başlayalım.


Son 20 yılda eğitimde neler olmuş bir sıralayalım.


•2002 yılında liselere giriş sınavının adı LGS (Liselere Giriş Sınavı) imiş. Üniversiteye giriş sınavının adı ise ÖSS.

•2004 yılında liselerde eğitim süresi 4 yıla çıkarılmış.

•2005 yılında LGS gitmiş yerine OKS (Ortaöğretim Kurumları Seçme ve Yerleştirme Sınavı) gelmiş.

•2007 yılında OKS gitmiş yerine SBS (Seviye Belirleme Sınavı) gelmiş. Tek sınav kaldırılmış yerine 6., 7. ve 8. sınıfların sonunda olmak üzere üç ayrı senede üç ayrı sınav yapılmaya başlanmış. Amaç dershanelere olan bağımlılığın kaldırılmasıymış.

•2010 yılında SBS’nin adı kalmış ama üç yılda üç kez yapılan sınav sistemi kaldırılmış ve tekrar tek sınav sistemine dönülmüş. Gerekçe ise dershanelere olan bağımlılığın beklenenin aksine artmasıymış.

•2010 yılında ayrıca üniversiteye giriş sistemi de değiştirilmiş ve tek aşamalı sistemden çift sınav sistemine geçiş yapılmış. ÖSS kaldırılmış yerine YGS (Yükseköğretime Geçiş Sınavı) ve LYS (Lisans Yerleştirme Sınavı) gelmiş.

•2010 yılında ayrıca düz lise olarak genel liselerin tamamı anadolu lisesine ya da meslek ve teknik liselere dönüştürülme süreci başlamış. Gerekçe olarak düz liselerin başarı ortalamalarının düşük olması gösterilmiş.

•2012 yılında 8 yıllık zorunlu ve kesintisiz eğitime son verilerek 4+4+4 sistemine geçilmiş.

•2013 yılında ise SBS de kaldırılmış yerine TEOG (Temel Eğitimden Orta Öğretime Geçiş) gelmiş. Yeni sistemde öğrenciler altı temel dersten her dönem birer tane olmak üzere on iki ayrı merkezi sınava girdi.

•2018 yılında TEOG kaldırılmış ve yerine LGS (Liselere Giriş Sınavı) getirilmiş.


20 yılda 7 bakan görev yapmış Milli Eğitim’de. Her bakan kendi partisinden olan bir önceki bakanın sisteminin üzerine perde çekip kendi sistemini getirmiş. Bırakın ülkedeki eğitim sisteminde istikrarı sağlamayı, bir seçimden diğerine kadar dahi aynı parti iktidarında eğitim sistemi baştan aşağı değiştirilmiş.


20 yıldaki 7 bakan içerisinde eğitimci olan tek bakan son Bakan Ziya Selçuk. O da pandemi sürecindeki tutarsızlığı ve süreci yönetmedeki başarısızlığı ile kredisini tüketmiş durumda. İlk kabine değişikliğinde şutlanacaklar arasında. Peki tek eğitimci bakan bu haldeyse genel olarak Milli Eğitim politikaları nasıl belirlendi, kimler aktif rol aldı diye soracak olursanız. Bir isim vereyim siz kendiniz çıkarımınızı yapın; 2017 yılı Meclis Milli Eğitim Komisyonu üyesi ve Adalet ve Kalkınma Partisi Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı, o dönem yaşanan müfredat değişikliğinde yeni içerikte mevcut olan “cihat” kavramı için “Cihat bilmeyen çocuğa matematik öğretmenin faydası yok.” demişti.


Ahmet Hamdi Çamlı’yı tanımayanlar ya da 80 küsür milyonu temsil eden 600 milletvekilinden biri olmasındaki bilgi ve birikimin kaynağını merak ettiyseniz eğer hemen ifade edeyim. Kendisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hapishane arkadaşı ve ardından gelişen süreçte gönüllü şoförü. Ahmet Hamdi Çamlı’nın meclis web sitesindeki sayfasına göre orta düzeyde İngilizcesi var. Orta düzey İngilizce’nin ne demek olduğunu aşağı yukarı biliyoruz. Kendisi bu İngilizce ile Amerika’daki Newport Üniversitesi Davranış Bilimleri Bölümünü uzaktan bitirmiş. Bu üniversite Amerika’da para karşılığı diploma veren üniversiteler kategorisinde olduğu için YÖK tarafından denkliğe sahip değil. Bu üniversiteden aldığınız diploma ile askerliğinizi bile tecil ettiremiyorsunuz ama milletvekili olup ülkenin meclisinde Milli Eğitim Komisyonu üyesi sıfatıyla ülkenin eğitiminde söz söyleyebiliyorsunuz. İstikrarlı bir liyakat hikayesi işte anlayacağınız.


Ülkede övüp bitirilemeyen istikrardan her alan nasibini almışken dış politikanın da eksik kalacağı düşünülmez. Öncelikle belirtmek gerekir ki dış politika dinamik süreç ve değişen şartlara göre değişen politikalar mümkün. Peki yaşananlar bu kapsamda değerlendirilebilir mi?


Dış politikada akıllara ilk gelen örneklerden olan Rahip Brunson’ın iadesi ve Rus uçağının düşürülmesi ile ilgili olarak Rusya’dan özür dilenmesi konusuna girmeyeceğim çünkü bunlar istikrar ile direkt ilgili olan konular değil. Bu iki hususu illaki bir şeye örnek vereceksek o iki mesele ancak yiyemeyeceğin muzu soyma deyimine örnek olabilir. Bu iki konu da kurduğu cümleler kadar sahada ve masada güçlü olmayan bir yönetimin geri adımlarından ibaret.


Dış politikaya giriş yaparken “dün dündür, bugün bugündür” mantığının bazı durumlarda hüküm sürebileceğinden bahsettik. Peki ya mecaz anlamının dışında gerçekten de dün dündür, bugün bugün müdür? Yani 24 saatte değişir mi her şey? Bir bakalım.


Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD Başkanı Biden’ın seçilmesinin ardından tebriğine ancak 6 ay sonrasında geri dönüş alabilmişti. İkili yüz yüze ise 2021 yılı Haziran ayından NATO zirvesinde karşı karşıya gelecekti. Buluşma öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, göreve gelir gelmez ilk 24 Nisan’da Ermeni Soykırımı ifadesini kullanan Biden’a bir nevi bunun hesabını soracağını şu ifadelerle ortaya dökmüştü.


-24 Nisan bizler için çok çok olumsuz bir süreç oldu. Böyle bir yaklaşımı tabi ki beklemezdik. Ama bu yaklaşım bizleri ciddi manada üzmüştür. Bunu gündeme getirmeden geçmeyi doğru bulmamız mümkün değil. Türkiye rastgele bir ülke değil.

13 Haziran 2021


Görüşme sonrasında ise gazetecilerin sorularını cevaplayan Erdoğan, konunun toplantıda gündeme gelmemesine şu şekilde şükür etmişti.


-Görüşme öncesinde, 24 Nisan'ı unutturacak bir görüşme olmasını umuyorum demiştiniz. ABD'nin 1915 olaylarını soykırım olarak tanıması konusu gündeme geldi mi?

-Hamdolsun, hiç gündeme gelmedi.

14 Haziran 2021


Birbiri ile çelişen bu iki ifadenin ardından elbette ki koşulsuz şartsız Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arkasında olan destekçileri için bir sorun yoktu ama ifadeler sosyal medyada iki ifadenin üst üste konulup paylaşılarak Erdoğan karşıtlarınca kullanılmasının ardından Cumhurbaşkanlığı kaynakları Erdoğan’ın, görüşmenin Biden’ın 24 Nisan’daki açıklamasını unutturacak kadar olumlu bir atmosferde gerçekleştiğini anlatmak için, “Hamdolsun” dediğini ifade etti. Kimsenin zaten görüşmenin iyi geçmesi ile ilgili bir problemi yoktu fakat Türkiye-ABD ilişkileri açısından daha önce hiçbir ABD Başkanının bu ifadeyi kullanarak Türkiye-ABD ilişkilerini gözden çıkarmadığı bir ortamda bu olay da Erdoğan başkanlığındaki Türkiye’ye nasip olmuş ve toplantıdaki dostane ortam bozulmasın diyerek gündeme bile getirilmemişti. Neyse canım hala sokakta mikrofon uzatılan insanların yarısı neden Erdoğan sorusuna, çünkü dünyaya kafa tutuyor demeye devam ettikçe sorun yok demektir. Alan razı veren razı olduğuna göre biz de başka başka istikrar abidelerine geçebiliriz.


Konu dış politika olunca malzeme bol. Kaynağı bulduk sömürelim biraz. İktidarın belki de en çok meyvesini yediği İsrail karşıtlığı üzerinden bir istikrar örneğine ne dersiniz?


İsrail’in Mavi Marmara’dan dolayı bu yardım teşkilatına (İHH Vakfı) kini var. Pensilvanya’nın da aynı sebepten dolayı bu kuruluşa kini var. Ne diyordu? Otoriteden izin almalılardı. Otorite kim? Güneydeki sevdiklerin mi yoksa biz mi? Eğer otorite Türkiye’de bizsek biz zaten izni verdik.


17 Temmuz 2014


İsrail ile de Mavi Marmara gemisi saldırısından bu yana sorunlu olan ilişkilerimizi düzeltme yolunda önemli adımlar attık. Yalnız burdan bir açıklama yapmak durumundayım. Siz kalkıp da Türkiye’den böyle bir insanı yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz? Biz zaten oraya gerekli yardımı Gazze’ye bugüne kadar hep yaptık yapıyoruz. Filistin’e yaptık yapıyoruz. Ama bunları da yaparken bizler bir yerlere gövde gösterisi olsun diye değil, her şeyi uluslararası diploması neyse bu diplomasi içinde yaptık, yapıyoruz ve bundan sonra da yapacağız. Bunları davul, zurna çalarak değil, edebi adabı içinde yaptık, yapıyoruz.


29 Haziran 2016


Anlatmaya gerek yok. Görüyorsunuz. Mük-kem-mel bir manevra! Bu ümmet bu hıza nasıl yetişsin?


Sağlık konusuna gelelim biraz da. Önce yiğidi öldürüp hakkını verelim. Türkiye gerek ABD gerekse de AB’ye kıyasla sağlık konusunda toplumun tamamına ulaşabilme ve fiyat/performans oranı bakımından gerçekten dünyanın sayılı ülkeleri arasında. Sezar’ın hakkı Sezar’a! Ama bu sağlık konusunda yapılan istikrarsız politikaları ya da istikrarlı bir şekilde istikrara kavuşturulamayan politikaların eleştirilemeyeceği anlamına gelmez.


Dünyada salgın ortaya çıktı. Herkes kolonya, maske ve makarna savaşları verirken devlet maskenin ulaşılabilir olması için elini bu işe attı. Süreçteki kararlar şu şekilde;


Maskeleri PTT ücretsiz dağıtacak.

5 Nisan 2020


Kesinlikle parayla maske satışı yasaktır. Marketlerde verilen maskeler de ücretsizdir. Salgın bitene kadar vatandaşlarımızın tamamına yetecek maske stokumuz ve üretim planlamamız vardır. Devlet olarak tüm vatandaşlarımıza ücretsiz şekilde maske ulaştırmakta kararlıyız. Maskeleri PTT ücretsiz dağıtacak.

6 Nisan 2020


Maskeleri eczaneler ücretsiz dağıtacak.

10 Nisan 2020


Maskeler tavan fiyat 1 TL olmak üzere her yerde satışa sunulabilecek.

7 Mayıs 2020


Salgının Türkiye’ye giriş tarihi 11 Mart 2020, maske konusunda ise ilk gün alınması gereken kararın alınma tarihi 7 Mayıs 2020. Yani iki aylık bir kaos.


Sağlık konusundaki en büyük sıkıntı daha doğrusu utanç kaynağı ise açıklanan sayılar üzerinden dönen vaka/hasta sayıları ile alakalıydı elbette. Pozitif vaka olarak açıklanan rakamlar, kimsenin bilmediği bir tarihten itibaren belirti gösteren hasta sayısı olarak açıklanmaya başladı ve artık bu durum gizlenemez hale gelince açıklanan rakamların pozitif vaka sayısı olmadığı söylendi, Sağlık Bakanı tarafından. Babacan tavırlı bakan milletin gözünün içine baka baka yalan söylemişti. Zaten bu milletin anasına da en çok millete babalık yapanlar zarar vermedi mi? Vaka sayılarını açıklamayı bırakıp hasta sayısı açıklamaya başlayan ve bunu aylar sonra itiraf eden bakan şimdi vaka sayıları arttı aşı olun, maske takın diyor. “Neyine güveneyim? De get yalan dünya..”


Eğitim, dış politika, sağlık. Yetmedi mi? Devam edelim o halde. Takım tutar gibi parti tutan memleketimde bir de bu takımların durumuna gelelim. Bakalım bu takımlar nasıl idare ediliyorlar.


Tamam futbol kulüplerimizin alayı istikrarsız. Başarısızlıkta ya hoca gider ya başkan gider ya da futbolcu kadro dışı kalır. Peki ya Türkiye Futbol Federasyonunda durum ne? Kağıt üzerinde TFF özerk bir kurum ama futbolun içinden gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan iktidarında TFF başkanlığı da pratikte neredeyse Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile atanıyor. O yüzden TFF’deki istikrar da elbette son 20 yıllık istikrarın en lezzetli meyvelerinden.


Şimdi gelin TFF tarafından belirlenen yabancı oyuncu kuralı üzerinden son 20 yılda Türk futbolundaki istikrarı inceleyelim.


2002-2003 Sezonu:8 (5 sahada-1 Yedek Kulübesinde-2 Tribünde)

2004-2005 Sezonu:6 (6 sahada)

2007-2008 Sezonu:8 (6 sahada- 2 Yedek Kulübesinde)

2010-2011 Sezonu:10 (6 sahada-2 Yedek Kulübesinde-2 Tribünde)

2011-2012 Sezonu:8 (6 sahada- 2 Yedek Kulübesinde)

2013-2014 Sezonu:10 (6 sahada- 4 Tribünde)

2014-2015 Sezonu:8 (5 sahada- 3 Yedek Kulübesinde)

2015-2016 Sezonu:14 (14 sahada)

2020-2021 Sezonu:16

2021-2022 Sezonu:14 (8 sahada- 6 Yedek Kulübesinde)

2022-2023 Sezonu:12 (7 sahada- 5 Yedek Kulübesinde)

2021-2022 Sezonu:10 (6 sahada- 4 Yedek Kulübesinde)


Türk futbolunun dili olsa sanırım ilk söyleyeceği şey “Hedef ben miyim Tayfun? Ben bi deneme tahtası mıyım yaa?” olurdu.


Milli Eğitim ve Ahmet Hamdi Çamlı arasındaki ilişkinin bir benzeri de Türk futbolu ve Nihat Özdemir arasında var. Normal şartlar altında gerek bir kulübün başkanvekilliğini yapmış olması nedeniyle tarafsızlık açısından gerekse de mesleğinin müteahhit olması nedeniyle normal şartlarda Türk futbolu ile tek alakasının stat inşa etmek olabilmesi açısından bu makamın yanından bile geçmemesi gereken Nihat Özdemir 2 yıldır görevinin başında.


Eğitim, dış işleri, sağlık, spor... Yazı daha da uzar gider her alanda bir istikrar abidesi dikeriz son 20 yılın eserleri olarak ama bu yaşananlara karşı dahi kayıtsız kalabilen bir topluma dönüştükten sonra anlayana sivrisinek saz, anlayamayana davul zurna az geliyor elbette.


Başarı elbette istikrardan geçer. Buna karşın görüyoruz ki bu istikrar kavramı ülke yönetiminde bizim anladığımız istikrardan farklı. İstikrarlı olan tek şey farklı dönemlerde söylenen %100 zıt sözlere ve icraatlara karşı dahi alkışlayan bulabilmek. İktidarın istikrarlı bir biçimde en başarılı olduğu konu bu. Bunca istikrarsızlığa rağmen var olduğuna inandığı istikrarın tadını, havada kaptığı çay ile çıkaran ve başkası iktidara gelirse ülkedeki istikrarın bozulacağına inanan yurdum insanı cebimizdeki telefonun modelini ve fiyatını sorgulamadan yazıyı bitirip uzaklaşayım.

 

Eğer yazıyı beğendiyseniz;


Yeni yazılardan haberdar olabilmek için siteye ücretsiz üye olabilir ya da sosyal medya hesaplarını takip edebilirsiniz,

Yazılardan daha fazla kişinin haberdar olmasını isterseniz de, yazıyı aşağıdaki logolar vasıtasıyla whatsapp/telegram gruplarında ve sosyal medya uygulamalarında paylaşabilirsiniz.


Her zaman farkında kalabilmek ümidiyle.

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page