top of page
  • Yazarın fotoğrafıHukuk

Şahsımın Şahsıma Verdiği Yetkiye Dayanarak...

Güncelleme tarihi: 19 Ara 2021

Geçen hafta İstanbul Sözleşmesi’nin ne olup olmadığına baktık. Bazı maddelere karşı yapılan itirazların yersiz, bazı maddelere ilişkin itirazların ise sadece ülkemizde değil Avrupa’nın birçok ülkesinde tartışma konusu olduğundan bahsettik.


Bugün ise İstanbul Sözleşmesi'nin içeriğinden çok, hukuki durumunu ve fesih şeklini inceleyeceğiz. Konu hukuk olunca elbette dayanak sağlaması için birkaç yerde kanun maddesi paylaşmak zorundaydım. Kanun okumak sizi sıkıyorsa, kanun maddesinde altını çizdiğim yerleri okumanız yeterli. Hadi başlayalım.


İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerin Türk Hukuk sistemindeki yerini, ast-üst ilişkisini bir görelim. Hukuk sistematiğinde kuralların birbiri ile olan ast-üst ilişkisine normlar hiyerarşisi diyoruz. Türk Hukuk Sisteminde normlar hiyerarşisi aşağıdaki şekilde.

Piramit bu şekilde. Yani temel mantık ile, hiçbir norm kendisinden üstteki norma aykırı olamaz. Amir hükümler ise yukarıdan aşağıya doğrudur.


İstanbul Sözleşmesi temel hak ve özgürlükleri düzenlediği için piramitte üstten ikinci sırada. Kanun ile bilek güreşi yapsa tuş eder yani. Üstünde sadece Anayasa var ama uluslararası sözleşmeler için de Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamıyor. Özerk bir yapı denilebilir, anlayacağınız.


Bir de Anayasa’ya bakalım, uluslararası antlaşmalar için ne denmiş.


Madde 90


“Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak antlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.


Ekonomik, ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan antlaşmalar, devlet maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu antlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur.


Milletlerarası bir antlaşmaya dayanan uygulama antlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticari, teknik veya idari antlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren antlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.


Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü antlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır.


Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.


Sözleşmenin nasıl yürürlüğe gireceği net. Öncelikle sözleşme imzalama yetkisi Cumhurbaşkanında. Sözleşme imzalandıktan sonra ise meclise gelecek, mecliste antlaşmaya dair uygun bulma kanunu kabul edilirse tasarı Cumhurbaşkanına çıkacak ve onaylandıktan sonra da resmi gazetede yayımlanarak geçerlilik kazanacak. Eğer sözleşmede geçerlilik tarihi için özel bir husus belirtilmişse resmi gazetede yayımlanma tarihi değil, sözleşmedeki geçerlilik tarihi dikkate alınacak. İstanbul sözleşmesi için de bu geçerli, sözleşme 11.05.2011’de imzalanmış, 24.11.2011’de mecliste onaylamış, 08.03.2012 tarihinde resmi gazetede yayımlanmış fakat sözleşmedeki “Bu sözleşme 01.08.2014 tarihinden itibaren hüküm ifade eder” maddesi sebebiyle imzalayan bütün devletler için bu tarihte geçerlilik kazanmış.


Anayasa’da milletlerarası antlaşmalardan nasıl çıkılır hususu net bir şekilde ifade edilmemiş fakat net olan bir şey var, o da uluslararası antlaşmaların uygun bulma kanununun geçerlik kazanması ile yürürlüğe girdiği ve o kanun yürürlükte olduğu sürece de geçerli olduğu. Bu koşullarda da bir uluslararası sözleşmenin geçerliliğini kaybetmesi için de o sözleşme hakkındaki uygun bulma kanunun yürürlükten kaldırılması gerekiyor.


Bir kanunun yürürlükten kaldırılması ise ancak üç şekilde gerçekleşebilir.


· Mevcut kanunu yürürlükten kaldıracak yeni bir kanun ile,

· Anayasa Mahkemesinin iptali ile,

· Süreli kanunlarda sürenin dolması ile.


Anlayacağınız istisnai haller dışında bir kanun ancak başka bir kanun ile ortadan kaldırılabilir. Kanun çıkarma yetkisi ise Türk Hukuk Sisteminde göre sadece TBMM’ye ait.


Şimdi gelelim Türkiye’nin sözleşmeden çıkış şekline. İstanbul Sözleşmesi 21.03.2021 tarihinde gece yarısı yayımlanan 3718 Sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye bakımından feshedildi. Bu kararın son cümlesinde ise fesih yetkisinin 9 Karar Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nden alındığı ifade edildi.


9 Karar Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi 15.07.2018 tarihinde yayımlanmış. Kararnamenin içeriğinde ne var bir göz atalım.


Madde 3


Milletlerarası antlaşmaların onaylanması, bunların feshini ihbar etmemek suretiyle yürürlük süresini uzatma, Türkiye Cumhuriyetini bağlayan bir milletlerarası antlaşmanın belli hükümlerinin yürürlüğe konulması için gerekli bildirileri yapma, milletlerarası antlaşmaların uygulama alanının değiştiğini tespit etme, bunların hükümlerinin uygulanmasını durdurma ve bunları sona erdirme, Cumhurbaşkanı kararı ile olur.


Onaylama konusu olan milletlerarası antlaşmanın Türkçe metni ile antlaşmada muteber olduğu belirtilen dil veya dillerden biri ile yazılmış metni, onaylamaya ilişkin Cumhurbaşkanı kararına ekli olarak Resmî Gazete’de yayımlanır.


Bir milletlerarası antlaşmanın veya Türkiye Cumhuriyetini bağlayan bir milletlerarası antlaşmanın belli hükümlerinin Türkiye Cumhuriyeti bakımından yürürlüğe girdiği, bir milletlerarası antlaşmanın uygulama alanının değiştiği, uygulanmasının durdurulduğu ve sona erdiği tarihler; Cumhurbaşkanı kararı ile tespit olunarak Resmî Gazete’de yayımlanır. Bir milletlerarası antlaşma, yürürlük tarihinin tespitine dair Cumhurbaşkanı kararında belirtilen yürürlüğe giriş tarihinde kanun hükmünü kazanır.”


Kararnamenin içeriğine bakarsak eğer; Cumhurbaşkanı Kararnamesi açık bir dille, uluslararası antlaşmaları sona erdirme yetkisini Cumhurbaşkanına veriyor. Peki bu mümkün olabilir mi?


Cumhurbaşkanı hangi konularda kararname yayınlayabilir? Onu da Anayasa’nın 104. Maddesinin 17. Fıkrası açıklıyor. Onu da bir italikleştirelim bakalım.


104. Madde


Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”


Korkmayın bundan sonra başka kanun maddesi paylaşıp kafanızı karıştırmayacağım. Bu sondu söz. Zaten artık her şey yeterince açık hale de geldi.


O halde toparlayalım. Cumhurbaşkanı kararname çıkarabilir ama sadece yürütmeye ilişkin kararnameler çıkarabilir. Yani temel haklar, kişi hakları ve ödevleri, siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle düzenlenemez. Tabiidir ki kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda da Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.


Buradaki temel yanlış şurada başlıyor, 15.07.2018 tarihinde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne göre Cumhurbaşkanı uluslararası sözleşmeden çıkma yetkisini kendisine veriyor. Yazının başında size gösterdiğim normlar hiyerarşisi de bu noktada alt üst oluyor. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile mevcut bir yasa yürürlükten kalktı. Dördüncü basamaktaki Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi üçüncü basamaktaki kanunun fişini çekip ikinci basamaktaki uluslararası antlaşmayı devre dışı yaptı. Bunu nasıl yaptı? Birinci basamaktaki Anayasa’yı hiçe sayarak.


O halde durumu şöyle özetleyebilir miyiz? Cumhurbaşkanı önce kendi aldığı kararla kendini bu konuda yetkili kılmış, daha sonra da kendisinin verdiği yetkiye dayanarak yetkisini kullanmış.


Birçok kişi şunu diyebilir: Ne fark eder ki? Meclisteki çoğunluk da Cumhurbaşkanının iki dudağı arasına bakmıyor mu? Fiiliyatta evet ama bu durum gelecekte değişkenlik gösterebilir. Bir sonraki seçim sonucunda Cumhurbaşkanı bir ittifaktan seçilebilir, meclis çoğunluğu ise diğer ittifaktan oluşabilir. Ayrıca İstanbul Sözleşmesi’nin feshinden sadece muhalefet partisinden değil iktidar partisinden de rahatsızlık duyan birçok vekil mevcut. Cumhurbaşkanı kararından sonra hiçbir iktidar partisi vekilinden tepki duymadık ama bu karardan önceki beyanları arşivlerde. Bu vekillerin oylamada, hür iradelerini yansıtmaları durumunda da antlaşmanın feshi mümkün olmayabilirdi.


Bu siyasi olasılıkların hepsini bir kenara itelim şimdi. Hiçbirinin olmasına gerek yok. Hukuk; siyasi dengeler, ihtimaller, dönemin şartları gibi değişkenliklerden kendini soyutlamış bir kurallar bütünüdür. Bu değişkenlikler sebebiyle hukuk kuralları yasamanın iradesi ile değişebilir ama mevcut olan ve geçerliliğini koruyan yasalar gözardı edilerek yeni bir işleyiş ortaya çıkarmak, Anayasal düzeni ayaklar altına almak demektir. Gerçi “Anayasa Mahkemesinin kapatılmasının ertelenemez bir hedef olması gerektiğinin” iktidar ortaklarınca avaz avaz dile getirildiği bir noktada, Anayasa’nın ayaklar altına alındığı sonucuna ulaşmak için bu kadar analize de gerek yoktu ama olsun fazla bilgi göz çıkarmaz efendim.


Peki İstanbul Sözleşmesi bir son mu yoksa başlangıç mı? Cumhurbaşkanı kendine verdiği yetkide bir sınır çizmemiş. Bir sonraki istasyonu da ironiktir ki yetkisi gasbedilen meclisin başkanı dile getirmiş zaten. Açıklama şu şekilde. “Cumhurbaşkanı, İstanbul Sözleşmesi’nden kararname ile çekildiği gibi Montrö’den de, diğer uluslararası antlaşmalardan da çekilebilir.” Montrö Boğazlar Sözleşmesi, boğazların hakimiyetini Türkiye’ye veren ve barış zamanı ticaret gemilerinin serbest geçişini mümkün kılan anlaşma. Peki boğazların Türkiye’ye ait olduğunu teminat altına alan bir anlaşmadan neden çıkılır? Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Boğazlardan Serbest Geçiş Hakkının İptali, Kanal İstanbul, Yap-İşlet-Devret Modeli, Yüksek Geçiş Ücreti. Siz boşlukları doldurun işte uğraştırmayın beni.


Ha şimdi gelelim çuvaldız kısmına. Cumhurbaşkanının kendisini uluslararası sözleşme sonlandırıcısı ilan ettiği 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin yayımlanma tarihi 15.07.2018. Yani üç sene öncesi. Yahu bir Allah’ın muhalefet partisi ya da sivil toplum örgütü, çıkarılan bu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ni takip etmez mi? Bu kararname sonuç doğurana kadar aklınız neredeydi? Şu net bir biçimde görülüyor ki muhalefet partileri ve sivil toplum örgütlerinin de kamuoyu ile birlikte bu kararnameden çıkarıldığı tarih olan 15.07.2018 tarihinde değil; ilk icraatı olan İstanbul Sözleşmesi’nin fesih tarihinde, 20.03.2021’de haberi olmuş. “Good morning children. How are you today?”


Peki bu saatten sonra ne olur? Ne yapılabilir? Öncelikle 3718 sayılı İstanbul Sözleşmesi’nin feshini öngören Cumhurbaşkanı Kararının iptali için Danıştaya iptal davası açılmalı. Bir çok sivil toplum örgütü ve siyasi parti bu davayı açtı zaten. Esas yapılması gereken, “ertelenemez hedef” ise bu karara dayanak olduğu iddia edilen ve yaşanan hukuki kargaşanın temelindeki Anayasa’ya aykırı 9 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin ortadan kaldırılması olmalı.


Anayasa’ya göre, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla ancak Anayasa Mahkemesinde iptal davası açılabilir. Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri’nin veya bunların belirli madde ve hükümlerinin şekil ve esas bakımından Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açabilme hakkı, Türkiye Büyük Millet Meclisinde en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubuna ve üye tam sayısının en az beşte biri kadar meclis üyesine ait. Muhalefet partileri umarım 3 yıl önce almaları gereken aksiyonu bir an önce alarak bu hukuki ihtilafı ortadan kaldırırlar.


Böyle durumlar için akla ilk olarak Rus Anarşist Bakunin’in “Hukuk iktidarın fahişesidir” sözü gelir. Aman sizin aklınıza gelmesin. Çünkü 2018 yılında bu söze gönderme yapan Gazeteci Murat Güreş hakkında Türklüğe hakaret suçundan adli soruşturma açıldı. Türklüğe hakaret gibi bir amacımız olmadığına göre, yazıyı Rus bir anarşist yerine Anadolu topraklarından bir söz ile bitirelim.


Ananı “ağlatan” kadıysa; kimi, kime şikayet edeceksin?

 

Eğer yazıyı beğendiyseniz;


Yeni yazılardan haberdar olabilmek için siteye ücretsiz üye olabilir ya da sosyal medya hesaplarını takip edebilirsiniz,

Yazılardan daha fazla kişinin haberdar olmasını isterseniz de, yazıyı aşağıdaki logolar vasıtasıyla whatsapp/telegram gruplarında ve sosyal medya uygulamalarında paylaşabilirsiniz.


Her zaman farkında kalabilmek ümidiyle.

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page