top of page
Yazarın fotoğrafıEkonomi

Pazardaki Yangını Kim Çıkardı ve Bu Yangın Nasıl Söner?

Güncelleme tarihi: 24 Nis 2022

Bir önceki yazıda tohum meselesindeki basmakalıp düşünceleri sıralamış, ardından da bunların gerçeği yansıtıp yansıtmadığını irdelemiştik. Bu pazar ise önce gıda fiyatlarındaki tahammül edilemez artışın suçlanan taraflarını inceleyip ardından da ucuz gıda için çıkış yoluna dair bir yol haritası çizeceğiz.


İstanbul’da çeşitli kaynaklara göre geçmiş dönemde 1200 adet sebze yetiştirilen bostan varmış. Dalından koparılmış ürün birkaç saatte tezgahlarda. Şimdi ise bırakın İstanbul’u, İstanbul’un yakın çevresinde dahi meyve sebze faaliyeti aramayın, bulamazsınız.


Sadece İstanbul ve çevresi olarak düşünmeyelim. 2002’de tarım alanlarının toplam büyüklüğü 26 milyon 579 bin hektarken, 2021 yılı sonu itibarıyla bu alan 23 milyon 445 bin hektara düşmüş. Yani %11,8 oranında bir azalış söz konusu. O zaman neymiş ekip biçtiğin tarlayı müteahhite verip rant ile zengin oluyorsan, domates alırken de 30 lirayı ister sikke sikke, istersen de Türk lirası olarak ödeyecek ve ağlamayacakmışsın.


Peki tarım alanları azaltırken tarım ile uğraşanların sayısı ne olmuş derseniz. Bırakalım son 20 yılı, son 10 yılda çiftçi sayısı 1.127.744’ten 511.890’a düşmüş. Azalış oranı %54,6.


Son 20 yılda nüfus 65 milyondan 84 milyona çıkarken, tarım alanları %11 azalacak, çiftçi sayısı sadece son 10 yılda yarıya düşecek ve sonunda ne olacaktı? Bolluk bereket mi? Bu tablo bile suçlunun kim olduğunu işaret ediyor aslında. Lanet olası marketler(!), siz yok musunuz siz!


“Abi şu marketler yok mu şu marketler! Kapatacaksın bunları, hele şu üç harfli marketler yok mu üç harfliler! Bunlara hiçbir şey yapamıyorsan atarlı bir iki zabıta göndereceksin, en azından bu marketlerin asgari ücretle çalışan tezgahtarlarını hizaya geçirip azarlatacaksın ki televizyon ekranlarında rezil olsunlar.” Ne kadar kolay değil mi? Yine bir sorunumuzu daha “sallandıracaksın bir iki tanesini bakalım bir daha yapabiliyorlar mı?” ile hallettik.


Pahalılığın sebebi marketler masalına inanırsanız sonunuz markete gidip acı gerçeklerle karşılaşınca videosu internette viral olan “Ne yani? O zaman Cumhurbaşkanı, bakanlar yalan mı söylüyor?” diyen Trabzonlu amca gibi olabilir. O yüzden ezberleri bırakıp gıda enflasyonunun kaynaklarına bodoslamasına dalalım.


Öncelikle şunu kabul etmek gerekir ki gıda fiyatları sadece ülkemizde değil, bütün dünyada artıyor fakat ne oranda? Avrupalı, %7-8 oranındaki artışlar sonucunda “son 30-40 yılda görmediğimiz rakamlar bunlar, şok içindeyiz” derken, biz geçen seneden bu seneye fiyatını ikiye katlamamış herhangi bir şey bulanın alnından öpecek kıvama geldik.


Gıda enflasyonunun bu denli yüksek olmasındaki en büyük etkenlerden biri tedarik zincirindeki girdi maliyetlerinin yüksekliği. Kısaca yüksek akaryakıt fiyatları. Çiftçinin traktörüne, nakliyecinin malı taşımak için tırına aldığı akaryakıtın fiyatı ister istemez gıdanın fiyatını etkiliyor. Global ölçekte artan enerji fiyatları sebebiyle bu kısma müdahalemiz kısıtlı. Dünya genelindeki gıda fiyatlarındaki artış ile bizimkinin kesişim noktası sadece burada diyebiliriz. Tüm dünya gibi biz de bu kısmı tolere etmek durundayız. Bizim için önemli olan diğer hususlar. Şimdi onları irdeleyelim.


Türkiye’de gıda fiyatlarını arttıran bir diğer kalem de gübre fiyatları. Gübre mevzusu da akaryakıta benzer. Kimyasal gübrenin yarısı ithal, diğer yarısı ise yerli üretim fakat yerli üretimin de hammaddesinin %90’ı ithal ürün. Bunun nedeni ise kimyasal gübrenin hammadde ve ara girdileri olan doğalgaz, fosfat kayası, potas tuzu, amonyak, nitrik asit, sülfürik asit ve fosforik asit gibi maddelerin kaynağının Türkiye’deki gübre ihtiyacını karşılayacak seviyede olmaması.


Kimyasal gübreyi ithal etmek bir zorunluluk ama bu dolar kurundan almak bizim kaderimiz mi? Mevcut yeraltı kaynakları sebebiyle ithal edilmek zorunda olunan gübrede artan döviz kurları direkt olarak gübre fiyatlarını etkiliyor. Demek ki neymiş dolardan etkilenmek için dolarla maaş almaya gerek yokmuş? Ayşe Teyze olarak evde ayşekadın fasulye yapabilmek için bile doları takip etmek gerekiyormuş. Ahhh dostlar ahhh. Damat var vezir eder, damat var rezil eder. Ülke olarak ikisini de yaşadık evelallah.


Kabaca gıda enflasyonunun kaynağının artan nüfus, azalan çiftçi sayısı ve daralan tarım alanları sonucunda arzın talebe yetişememesi olduğunu ayrıca artan akaryakıt fiyatları ve döviz kurunun da fiyatlardaki yangını körükleyen unsurlar olduğunu ifade ettikten sonra bir de şu marketler ve aracılar konusuna girelim.


Aşağıda bir marketin manav reyonunda sattığı karpuza ilişkin etiket ve sergilenmesi yasal zorunluluk olan ürün künyesi mevcut. Görüldüğü üzere satın aldığınız ürünün nerede ve kim tarafından üretildiği, alış fiyatı, ne kadar büyüklükte bir sevkiyatta geldiği, hepsi aşikar. 14 liraya İran’dan alınan karpuz, 15,90’a satışa sunulmuş. Alış maliyeti olarak ifade edilen 14 liraya ürünün market içindeki maliyeti dahil değil. Yani bu karpuz bir de dükkan kirası, personel, elektrik vb. giderlerden üzerine düşen payı alacak ki, markete olan toplam maliyeti hesaplanabilsin.

Marketlerin suçlandığı gibi fahiş bir kazancının olmadığını bu etiket ve künyelerden siz de kolaylıkla anlayabilirsiniz. Zaten ürünün geçmişine dair bütün bilgiyi elinde bulunduran devlet eğer bu ürün üzerinden haksız bir kazanç elde ediliyor ve suçluyu yakalayamıyorsa zaten vay anam bizim halimize.


Nasıl ki dış politikada bütün dünyanın bir olup ülkemize zarar vermeye çalıştıklarına inandırılıyorsa halk, aynı durum hayat pahalılığında da geçerli. Çiftçisi, aracısı, nakliyecisi, pazarcısı, marketi hepsi el ele vermiş halkı kazıklıyor. Masumiyet kime mi kaldı? Tabi ki devleti yönetenlere.


Marketler demişken aslında hedef gösterilenler için çemberi daha da daraltabiliriz. Şok, Bim ve A101. Sanki memleketteki bütün meyveyi sebzeyi üç tane market satıyormuş gibi meyve sebzenin pahalılığının faturası da bu marketlere çıktı. İşin garip tarafı bu marketlerin sebze ve meyve reyonları oldukça zayıftır. Piyasayı belirlemeyi bırakın çoğu zaman gittiğinizde ürün bulamazsınız. Yine ironiktir ki düşman ilan edilen bu marketler, daha bir kaç yıl öncesine kadar ucuza ürün satıp bakkalları iflas ettirdikleri için istenmeyen adamlardı. Şimdi ise halkı masum(!) hükümete karşı pahalı ürün satarak kışkırtmakla suçlanıyorlar. Memleketimden market manzaraları işte.


Tatavayı bırakalım. Tüketicinin fiyata olan duyarlılığının bu kadar yüksek olduğu bir yerde; 1 lira ucuz mal için belki de yüzlerce metre yürüyüp market market dolaştığı bir coğrafyada bir marketin aldığı ürünü 3-4 katı fiyata sattığını düşünmek nasıl bir hayal ve inanç dünyası? Pazarcısı, manavı, marketi, seyyar satıcısı hepsi bu fiyat rekabetinin içerisindeyken emin olun kimse bu kâr marjı ile mal satamaz.


Bu kadar satıcının fiyat rekabetini sağlayamadığını mı düşünüyorsunuz? Buyurun o zaman bu ürünleri devletin kendi marketi olan Tarım Kredi Marketlerinde, tarladakinin fiyatının azıcık üzerine bir fiyata satın. Bu marketler şu an devlet bankaları gibi kâr amacı gütmeyen, iktidardakilerin koltuğunu korumak için gerekirse zararına satış yapan yerler. Buna rağmen buradaki fiyatlar da marketlerden çok farklı değil. Ayrıca kişi başı şu kadar kilo sınırlaması ile. Yani karne ile. Anlayacağınız çözüm devletin market kurup işletmesi değil hem siz devlet olarak zahmet etmeyin serbest piyasa ekonomisinde zaten yüksek kârın olduğu her yerde yeni oyuncular daha rekabetçi fiyatlarla piyasaya girecek ve fiyatı düşürecektir.


Aşağıda yine aynı markette iki farklı ürüne ait etiket ve künye mevcut. 3,50 liraya alınmış greyfurt 3,25 liraya satılarak zarar edilirken 4,50 liraya alınan portakal 7,45 liraya yüksek bir kâr oranı ile satılıyor. Belirttiğim gibi bir ürünün fiyatını arz ve talep dengesi belirler. Pahalıya satarsanız ürünü kimse almaz ve sonra çürümesin diye maliyetinin altına da satabilirsiniz, başka kimse satmıyordur siz binbir zahmet ile tedarik etmişsiniz daha yüksek fiyata da alıcı bulabilirsiniz.



Gıda fiyatlarında suçlanan sadece marketler değil. Bir de aracılar meselesi var. Aracılar meselesini anlamak için de, Antalya’da üretilen meyvenin Ankara’da fileye girip eve ulaşabilmesi için en az kaç elden geçmesi gerektiğini aşağıdaki görselde görelim.

Bu yol üzerindeki herkes üretilen üründen karını alıyor. Alması da en doğal hakkı çünkü tedarik zincirini her bir halkası görevini yapıyor. Üretilen mahsulün mutfağa ulaşabilmesi için. Ayrıca tarladan toplanan ürünün tamamı raflarda yerini alamıyor. Halde, yolda, tezgahta ürünün cinsine göre fireler yani çürüyen ürünler de söz konusu.


Tarlada 3 lirayken biz 30 liraya yiyoruz yahu ayıp bu kadarı diyorsanız. Buyurun yollar sizi bekliyor. Salı pazarı alışverişiniz için gidin Antalya’ya kendi ellerinizle toplayın gelin. Madem tarladaki fiyat ile marketteki fiyatı karşılaştırma cüretinde iseniz. Ayrıca şunu da söylemek gerekir ki tarlada şu kadar markette şu kadar haberleri eğer ciddi bir araştırma grubu tarafından yapılmıyorsa; bu karşılaştırmanın tarladaki en ucuz mal ile en lüks marketteki en kaliteli mal ile yapıldığına emin olun. Adı domates ama bu domates o domates mi? Yukarıda da dedik malın geçmişini bilen devlet. Eğer varsa milletin ocağına incir ağacı dikmeye kalkan bulsun çıkarsın. İşi ne? Pazarda fiyatların yüksekliğinden ne zaman bahsedilse; hal yasası çıkacak, aracılar azalacak, sorunlar bitecek aman da ne güzel diye anlatılır, durulur. Hal yasası 2018 yılında hükümetin seçim sonrası ilk 100 günlük icraat planında bulunuyordu. Yıl 2022 olmuş, hala çıkacak da, benim devletim kendi çıkardığı yasayı uygulayacak da, ben de ucuza hıyar yiyeceğim. Ölme eşeğim ölme!


Peki tarımdaki problemleri çözme noktasında tarım politikaları üreterek durumu düzlüğe çıkaracak olan Tarım Bakanlığında durum ne? Şu an Tarım ve Orman Bakanı olarak görev yapan ve kamuoyunda haber olan ilk açıklaması “Hiç bir şey üretmiyoruz diyorlar. Her şeyimizi kendimiz üretiyoruz. Bu da bizi çekemeyenlere kapak olsun” olan Vahit Kirişçi, 56. Tarım Bakanı olarak görev yapıyor. Cumhuriyet tarihinde ilk tarım bakanı 6 Mart 1924 tarihinde göreve başlamış. Geçen 98 yılda 56 bakan. Ortalama 1,75 yılda bir tarım bakanı değiştirmişiz. Hemen koalisyon dönemi Türkiye’siydi o, artık istikrar var demeyin. Son 20 yıllık Ak Parti iktidarında 8 farklı Tarım Bakanı görev yapmış. Ortalama süre 2,5 yıl. 20 yıldır Türkiye’de görev yapan iktidar partisi bırakın bir iktidar dönemi memnun olduğu Tarım Bakanı ile bir sonraki dönemde devam etmeyi her iktidar dönemine 2 tarım bakanı düşürmüş.


Tarım Bakanlığı ve devleti yönetenler bu haldeyken onlardan çözüm önerisi beklemek hayalcilik olacak. Hizmet ayağınıza geldi. Alın size tarımda bizi düzlüğe çıkaracak reçete.


  • Tarım Enstitülerinin Kurulması

Ülkedeki eğitimin vasatlığına dair ne zaman bir konu açılsa köy enstitülerinin adı geçer. Burada da ilk icraat eğitime ilişkin olmalı ve çiftçinin modern tarıma ilişkin bilgilendirilmesi için köy enstitülerine benzer tarım enstitülerini kurulmalı. Bu enstitüler ile verimli ve katma değer sağlayan tarım ne şekilde yapılır, çiftçiler buna göre eğitilmeli. Sadece mevcut çiftçilerin eğitilmesi de yeterli olmayacaktır. Tarımsal faaliyetlerin fazla olduğu lokasyonlara donanımlı Tarım Meslek Liseleri kurulmalı ve azalan ve yaşlanan çiftçi sayısı bu yolla hem arttırılmalı hem de gençleştirilmeli.

  • Toprak Analizleri Yapılarak Ancak O Toprağa Uyumlu Ürün Yetiştirildiğinde Devlet Desteği Sağlanmalı

Her topraktan ve her iklim koşulundan her ürünün sağlanması mümkün değil. Bu sebeple çiftçinin çok para ediyor diye her sene mahsulünü değiştirme ya da ağacını kesip başka ağaç dikme fantezisinin önüne geçilmesi amacıyla kurulacak tarım enstitülerinde toprak analizlerinin gerçekleştirilmesi ve toprağa ve iklime uygun ürünlerin yetiştirilmesi teşvik edilmeli. Devlet desteklerinin çiftçinin ancak devletin üretimini işaret ettiği ürünleri ürettiğinde sağlanmalı. Bu sayede belirli lokasyonlarda belirli ürünler üretileceği için hem uzmanlaşma sağlanacak olup hem de üreticinin kuracağı birliklerle (Ör: Fındık Birlikleri, Zeytin Birlikleri) üretici de alıcı bulma konusunda korunacaktır.

  • Tarım Kooperatiflerinin Etkinlik Alanının Genişletilmesi

Tarım kooperatiflerinin etkinlikleri arttırılarak özellikle küçük hacimli üretim yapan çiftçiler için ekipman desteği sağlanmalı. Bu kapsamda tarım kooperatifleri kendi bünyesinde üyelerinden topladığı paralarla tarım araç ve ekipmanları satın alarak bunların kullanımını küçük çiftçilere sağlamalı. Her çiftçinin her ekipmana sahip olması gereken bir düzenden, sağlanacak birlik ile ortak olunan ekipmanların birlikte kullanımı sağlanarak kaynaklar verimli bir şekilde kullanılmalıdır.

  • Akaryakıt Desteğinin Genişletilmesi ve Arttırılması

Gıda fiyatlarının artmasındaki en büyük etkenlerin başında akaryakıt fiyatları geliyor. Bu kapsamda çiftçiye halihazırda sağlanan ama çiftçinin akaryakıt ihtiyacını sağlamaktan çok uzak bir noktada olan akaryakıt yardımı arttırılmalı. Ayrıca bu destek sadece çiftçiye değil navlun giderlerinin düşürülmesi amacıyla gıdanın nakliyesini yapan bütün araçlara uygulanmalı.

  • Tarımsal Faaliyetlerin Yoğun Olduğu Bölgelerde Cazibe Merkezleri Oluşturulmalı

Belirttiğim üzere son 10 yılda her iki çiftçiden biri tarımı terk etmiş. Ayrıca gençlerin bu alana ilgisizliği nedeniyle de mevcut çiftçilerin yaş ortalaması da çok yükseklerde. Anlayacağınız eğer ivedi önlemler alınmazsa bir on sene sonra da şimdi çiftçi olan iki kişiden biri tarıma elveda diyecek. Bu kapsamda gençlerin büyük şehirde yaşama arzularını törpüleyecek şekilde kırsalda da cazibe merkezleri oluşturulmalı. Ha çok mu zor ve imkansız geldi gözünüze bu durum? Merak etmeyin bir tane daha İstanbul Boğazı yapmak için harcayacağınız paranın yarısı ile Anadolu’da onlarca cazibe merkezi kurarsınız. Hem bu yolla İstanbul’un nüfusu artmak yerine azalır hem de üreten, kazanan ve yaşadığı coğrafyada mutlu olan insanlar görürsünüz ülkenizde.

  • Tarım ile Uğraşacak Gençlere Kamu Arazisi ve Konut Finansman Desteği Sağlamak

Gençler umutsuz, gençler işsiz. Gençler bırakın ev sahibi olmayı ikinci el araç almanın bile hayalini kuramaz durumda. Gelin bir taşla iki kuş vuralım. Bu ev hayali olmayan gençlere finansman sağlayalım. Onlara köye dönmeleri ve kamuya ait atıl arazilerde üretim yaparak bu arazileri ıslah etmeleri şartı ile düşük faizli tarım ve konut finansmanı sağlayalım. Bunların ödemesini hasat zamanına göre ayarlayalım. Diyeceksiniz ki hep ver diyorsun ama hangi bütçe ile? Efendim zaten şu an TÜİK’e göre %60, sokağa göre %100 ün üzerinde olan enflasyon ortamında yıllık %17 faiz ile devlet bankaları ile konut kredisi sağlamıyor mu? Bu piyasa koşulları ile bağdaşmayan ve devlet bankalarının karlarını çok ciddi oranda düşüren uygulama neye yarıyor? Birkaç sene önce iflas noktasına gelen dev inşaat şirketlerine. Ayrıca bu enflasyon ile maaşım seneye artacak ama kredi 10 yıl boyunca sabit kalacak zaten bir kaç yıla bu kredi taksiti pul olur düşüncesi ile 3 liralık evlere bırakın 5 lirayı, 15-20 lira verdirmekten başka neye yarıyor?


Görüldüğü üzere tarımda kısa vadeli bir çözüm pek mümkün değil. İstikrarlı tarım politikaları ile önce ülkeyi sonra da yapacağı ihracat ile çevresindeki ülkeleri doyurmayı kafasına koymuş, üretim odaklı bir anlayışın hakim olması gerekli fakat şu an bu noktadan hiç olmadığımız kadar uzağız. Yıllarca süregelen ve toplumun her kesiminin katkısı ile oluşan bu olumsuz tablo birkaç yılda düzelmez ama düzelmek için de bir an önce yola koyulmak gerek.

 

Eğer yazıyı beğendiyseniz;


Yeni yazılardan haberdar olabilmek için siteye ücretsiz üye olabilir ya da sosyal medya hesaplarını takip edebilirsiniz,

Yazılardan daha fazla kişinin haberdar olmasını isterseniz de, yazıyı aşağıdaki logolar vasıtasıyla whatsapp/telegram gruplarında ve sosyal medya uygulamalarında paylaşabilirsiniz.


Her zaman farkında kalabilmek ümidiyle.

2.797 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Tohum Meselesi

Comments


bottom of page