Seçimden önce herkes iktidarın seçimi kazanmak için dağıttığı nimetlerden maksimum faydayı sağlamak için bir o yana, bir bu yana koşuşturuyordu. KYK borcu olan öğrenciden, vergi borcu olana, asgari ücretliden, emekliye, trafik ceza puanından ehliyetini kaptırandan, atanamayan öğretmenine kadar herkes kaybetme korkusunu iliklerine kadar yaşayan iktidardan ne koparabilirsem kârdır diyerek iktidar eli ile dağıtılan kamu kaynaklarını büyük bir iştah ile sömürdü.
E tabi köprü geçildi, ayıya dayı demenin zamanı geldi. Tatlı tatlı yemenin acı acı çıkarması olacaktı. Bıldır yenen hurmaların dönüp dolaşıp bugün popişinizi tırmalaması kaçınılmazdı. Acı reçete ile yüzleşileceği muhakkaktı ama herkes yerel seçimleri bekler iktidar diyordu. Muhalefetin halini gören iktidar ise ben zaten bunları her türlü kafa kola alırım diye düşünerek tam da cumhurbaşkanının sesinden vergi zamlarına “Yaaa Allah! Bismillah!” dedi.
Yurtdışından getirilen telefonlara verilen harç %200 arttırıldı, KDV %18’den %20’ye çıktı, kurumlar vergisi arttırıldı, tam ödeyip kurtuldum derken ödediğiniz MTV’ler yok sayıldı ve hadi baştan başla denildi, zamlardan pasaport harçları ve noter ücretleri de nasibini aldı, tüketici kredilerinde devletin aldığı vergi oranı arttırıldı, sigaradan tutun da akaryakıta kadar vergi artışlarından her ürün etkilendi. Her gün yeni bir zam haberi ile uyandığımız bugünlerde bu fırtınanın dineceği de yok gibi gözüküyor. Şahsen beklediğim bir sonraki hamle ise gelir vergisi oranlarının arttırılması ya da vergi dilimlerinin yapılan zamlar kadar arttırılmaması ve bu yolla verilen zammın bir kısmının ücretlilerin bir üst gelir vergisi dilimine daha çabuk yükselmesini sağlayarak geri alınması. Bunun şimdi olmasa muhakkak yıl sonunda olacağını söylemek çok zor değil.
Yurtdışından getirilen telefonlar için ödenen harçlara yapılan zamlar, iki kez ödenen MTV’ler, pasaport harçlarına gelen zamlardan da göreceğiniz üzere vergideki zamların en büyük mağdurları cebinde parası olanlar. Devlet açısından rasyonel bir davranış, parayı parası olanda aramak. Bir türlü orta gelir tuzağını aşamayan, sürekli olarak fakirlik kaderi ile yüzleştirilen Türkiye’de kalbur üstü olmanın en büyük cezası da ekonominin her anası ağlatıldığında kesesine başvurulan olmak. Fakir ülkede zaten en güzeli fakir kalmaktır. Zaten herkes fakir, sen de fakir olsan çok büyük sıkıntı değil, herkes ne yapıyorsa sen de onu yaparsın. Ama güç bela bir şey biriktirebilenlerdensen, o zaman da “baştaki ekonomistin” yanlışlarını kendi cebinden ödemek elbet sinir bozar, asabiyet yapar. Al sana paranla rezillik, huzur da kalmadı.
Ülkede bir şey sahibi olmanın paha biçilemez ağırlığından bahsettik, bir de herkesten alınan vergilere ve bu vergiler söz konusu olduğunda akla gelen ilk vergi olan KDV konusuna göz atalım. KDV’nin açılımı katma değer vergisi. Yani devletin o mal ya da hizmetin üretilmesi noktasında kendisinin verdiğine inandığı ve halkı da buna inandırdığı katkının bedeli. 1985’te hayatımıza girmiş. Bir mal ürettiniz 100 liraya satıp maliyetlerini düştükten sonra kârın tadını çıkaracakken devlet size, o malda benim de katkım var 100’e değil 120’ye sat diyor. Bu fiyat artışı elbette size artan fiyat dolayısıyla düşen müşteri sayısı olarak yansıyor. Üstüne üstelik devlet burada üreticiyi de tahsilatçısı yapıyor. Malın ya da hizmetin üreticisine, müşteriden ganimetleri topla, ertesi ay da bana teslim et diyor. Ne güzel bir vergi değil mi?
Sinir mi oldunuz bu duruma? O halde bir şarkı molası iyi gelecektir.
Yüksek bir KDV mi ödüyoruz peki? Bunu anlamak için öncelikle Avrupa’daki ülkelerin KDV oranlarına bir göz atmak gerek.
Görüldüğü üzere %18’den %20’ye çıkan KDV oranı Avrupa ortalaması dikkate alındığında, aslında bizi en düşükten ortalamanın altı denilecek bir yere çıkarıyor en fazla. Oran Avrupa geneline göre hala düşük. Peki bu haliyle iyi durumdayız diye sevinelim mi ya da %25 KDV ödeyen İsveçlilerin bu duruma kahrettiklerini mi düşünelim?
%20 KDV ödeyen Türkiye’de çocuğunuzun eğitimini ciddiye alıyorsanız rotanız özel okullar, evinizde güvenlik site güvenliklerine, sağlık ise çoktandır özel hastanelere emanet. Sokaklarda kılıç darbesiyle öldürülmemek için toplu taşıma yerine mümkünse araç kullanmalısınız. Denize girebilmek için ise halk plajına gittiğiniz günler geride kaldı, koca bir mülteci kampına dönmüş memlekette denize rahat girebilmek için “beach club” sırasına girmeniz şart. Adalet mi? O öldü. Onun için ise yıllarda mahkeme kapılarında sürünmek yerine ya kendiniz elinizi kana buluyorsunuz ya da veriyorsunuz üç beş bir şeyler sizin adınıza adaleti sağlayanlar oluyor.
Eğitimi, güvenliği, sağlığı, adaleti, ulaşımı hatta Allah’ın denizine girmesi bile paralı; günümüz şartlarında bunların tamamı devletin değil özel teşebbüslerin sayesinde hayatımızda ve iyi ki de varlar. Aldıkları paraları da sonuna kadar hak ediyorlar. Peki ya devlet? Onun fonksiyonu ne? Hemen söyleyeyim: Benim paramla bana şov yapmak.
Seçimden önce herkes iktidardan da muhalefetten de ne koparabilirsem kârdır diye yanıp tutuşuyordu. Sanki tuttuğu takımı zengin bir iş adamı almış da, para babasının kendi cebinden vereceği paralarla takıma dünya yıldızları gelecekmiş gibi sevinen taraftar misali vatandaş da bol keseden dağıtılan avantaları adaylar ceplerinden ödüyor sandı sanırım. Bu günlerde vatandaşın bir kısmı Tayyip Reis bizi kandırdı böyle zam olur mu diye ağlıyor, diğer taraf da iyi oldu size bak Kılıçtar’ı seçmediniz bunlar daha iyi günleriniz diyor. Al birini vur ötekine! AK Parti EYT’yi çıkarıp sosyal güvenlik sisteminin kendi eliyle pimini çektiyse bunun fikir babası muhalefetti, ona bunu vereceğim şuna bunu dağıtacağım diye vaat eden muhalefetti, yapan da iktidar oldu. Yahu lig maçlarını bile devlet kanalına satın aldırıp bedava izlettirecekti muhalefet, bunun parası kimden çıkacaktı? Mütevazi mutfağındaki airfryer’ı satıp ödeyecek olan Kılıçdaroğlu’ndan mı? Hiç sanmam. Şimdi sadece maç izlemek isteyen parasını verip izliyorken o zaman bunun parasını maçları izleyen izlemeyen herkes vergileri ile ödeyecekti.
En büyük yanlışı nerde yapıyoruz biliyor musunuz? Tipik bir Türk ailesinde bile saygıyı; mutfak dolaplarını yenileyen, mobilyaları sık değiştiren, ailesini lüks tatile götüren eş görüyor. Bunlar nasıl ödenecek, bunları ödemek için nelerden vazgeçilecek kimsenin umurunda değil? Refah tamamıyla bu lükslere endeksli. Oysa zenginlik tüketmekten mi geçer yoksa üretmekten mi? Çocuklarının geleceği için ikinci işte çalışan, onlara pasif gelir yaratan baba mı takdir edilmeli yoksa ayağına yorganına göre uzatmayıp ailesini lüks içinde yaşatıp, her sene son çıkan iphone’u evladının önüne koyan ama filmin sonunda da hanımın bileziklerine dadanan baba mı? Aynı şey devlet yönetme için de geçerli değil mi? Takımı ikinci, üçüncü lige düşmüş kentlere milyon dolarlık statlar yapmak mı marifet ya da bir haftada dolmayan iki-üç uçak kalkacak diye köyden bozma kentlere havalimanı yapmak mı? Hele bir de bunları, onlarca yıllık alım garantileri ile ülkenin tüm geleceğini ipotek altına alarak yapmak harika değil mi! Bence her bir ile bir cumhurbaşkanlığı sarayı bile yaptırılabiliriz aslında güzel fikir, halkımız bu durumdan dahi kendine bir övünç ve gurur kaynağı çıkarabilir zannımca.
Çok uzatmayayım. Yazı uzun olunca “çokh uzun yazıyon yaa. Kim okuyacak o kadar uzun yazıyı” diyor, 7-8 dakikalık okumayı kendine çok görüp saatlerini instagramda keşfet videolarında harcayan dostlar. Ama okumak şart azizim. Neden mi okumalı? Sorgulamak için. Sorgulayıp kandırılmamak için.
Birisi çıkıp toplumun bir kesimine oy için bir şey dağıttığında, “bi dakka hemşerim sen kimin parasını kime dağıtıyorsun” diyebilmek için. Sen eğer seçim öncesi emekliye şunu verdi, bize de bunu verir; o vergiyi affetti, bizim cezaları da affeder diye salya akıttıysan şimdi o dağıtılan paraları karşılamak için de bu vergileri sikke sikke, kuruşu kuruşuna ödeyeceksin. Yok öyle ağlamak.
Zannetmiyorum ki akıllanasın. Biraz daha nemalanabilmek için bir sonraki seçimi beklediğinin farkında değil miyim sanıyorsun?
Eğer yazıyı beğendiyseniz;
Yeni yazılardan haberdar olabilmek için yazının en üstünde sağ köşesinde yer alan "Kaydol" sekmesinden siteye üye olabilir ya da aşağıdaki logolar vasıtasıyla sosyal medya hesaplarını takip etmeye başlayabilirsiniz.
Yazılardan daha fazla kişinin haberdar olmasını isterseniz de, yazıları whatsapp/telegram gruplarında ve sosyal medya uygulamalarında paylaşabilirsiniz.
Her zaman farkında kalabilmek ümidiyle.
Comments