top of page
  • Yazarın fotoğrafıHukuk

Suriyeliler 101

Suriyeliler meselesi olarak başlayan günümüzde Afgan ve Pakistanlılar ile çok uluslu hale gelen Türkiye sınırlarının kevgire çevrilmesi süreci, önümüzdeki birkaç yazının konusunu oluşturacak. Bu kapsamda bu hafta önce “Mülteci kim? Sığınmacı kime denir? Gelenler göçmen mi? Geçici koruma diye bir statüden bahsediyorlar, bu nedir?” sorularının cevabını arayacağız. Önümüzdeki haftalarda ise bu mevzunun sosyal hayatı, ekonomiyi ve ülke asayişini etkileyen unsurlarının içerisinde bulacağız kendimizi.


Hukuk klasörümüzün içine iliştireceğimiz bu yazının hukuki boyutunun hakkını verebilmek için uluslararası koruma statüsü dünyada ve Türkiye’de hangi süreçlerde nasıl şekillenmiş bir irdelemek gerek.


Savaş sebebiyle ya da vatandaşı olduğu ülke tarafından şiddet ve zulme maruz kalan insanların korunması ihtiyacı 2. Dünya Savaşı sonrasında önem kazanan bir husus. Bu kapsamda 1951 yılında imzalanan ve 1954 yılında yürürlüğe giren, Türkiye’nin ise 1951 yılında imzalamasına karşın 1961 yılı itibarıyla yürürlüğe koyduğu Cenevre Sözleşmesi, uluslararası koruma statüsünün hukuki mevcudiyetini çerçeve içine alıp bu kapsamda değerlendirilebilecek kişilere uluslararası alanda bir yaşam hakkı tanıyor.


Sözleşmenin ilk hali, 2. Dünya Savaşı döneminde ve sadece Avrupa’da mağdur olmuş kişileri kapsarken ilerleyen dönemde sadece 2. Dünya Savaşı mağdurlarını kapsayan 1951 öncesi dönem kavramı ortadan kaldırılırken, coğrafi kısıt uygulanıp uygulanmayacağı anlaşmanın tarafı olan ülkelere bırakılıyor. Bu kapsamda Türkiye sadece Avrupa Sınırları içerisinde, yani teknik olarak Avrupa Konseyine üye ülkelerden birinde; ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncesi nedeniyle zulme uğrama riski olan insanları korumak için mülteci statüsünü vereceğini taahhüt ediyor.


Bu durumu demode ve 50 yıl öncesinde yapılmış ırkçı ya da yersiz bir düzenleme olarak düşünmeyin. Cenevre Sözleşmesi'ne 1961 yılında konan tavır, Türkiye’nin iç hukukunda bu konuyu düzenleyen kanun olan ve 2013 yılında yürürlüğe giren Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununda da mevcut, yani yakın vadedeki düzenlemede de bu ayrım var. Şimdi hani Suriyelilerin ülkesine dönmesi gerektiğini söyleyenler ırkçılıkla suçlanıyor, bu kişilere “Ukrayna’dan mağdur kadınlar gelince sıkıntı yok ama Suriye’den insanlar gelince mi sıkıntı oluyor?” deniyor ya; aslında ilginçtir ki hükümetin Suriyeli politikasını destekleyip toplum tarafından Suriyelilere haksızlık yapıldığını düşünenler bu ayrımın bu kanunu çıkaran hükümet tarafından gerçekleştirildiğinden bihaber.


Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu demişken bu kanuna bir göz atıp ülkemize gelen yabancılara verilen üç ayrı statüyü hemen inceleyelim.


Mülteci:

Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında mülteci statüsü verilir.


Şartlı Mülteci

Avrupa ülkeleri dışında meydana gelen olaylar sebebiyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında şartlı mülteci statüsü verilir. Üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, şartlı mültecinin Türkiye’de kalmasına izin verilir.


İkincil Koruma:

Mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak menşe ülkesine veya ikamet ülkesine geri gönderildiği takdirde;

a) Ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek,

b) İşkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak,

c) Uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen şiddet hareketleri nedeniyle şahsına yönelik ciddi tehditle karşılaşacak,


olması nedeniyle menşe ülkesinin veya ikamet ülkesinin korumasından yararlanamayan veya söz konusu tehdit nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancı ya da vatansız kişiye, statü belirleme işlemleri sonrasında ikincil koruma statüsü verilir.


Kanun ile yasal güvence altına alınmış statüler bu şekilde. Bu üç statü dışında da sık sık duyduğumuz iki kavram daha var. Bunlar sığınmacı ve göçmen. Onları da bir tanımlayalım.


Sığınmacı:

Mülteci olarak uluslararası koruma talebinde bulunmuş olup resmi olarak statüleri henüz tanınmamış olan kişilere denir.


Göçmen:

Ekonomik ve sosyal imkanlarını iyileştirmek için başka bir ülkeye göç eden kişi ve aile fertlerini ifade eder. Ülkesinde zulüm görme gibi bir risk ile karşı karşıya değildir. Genel itibarıyla eğitim veya çalışma gibi nedenlerle ülkelerinden göç ederler.


Şimdi öncelikle Suriyelileri bu denklemin neresine oturtabileceğimize bir bakalım. Mülteci olmaları için Avrupa’dan gelmeleri gerekiyordu. Avrupa’dan gelmediler. O halde mülteci değiller. O şıkkın üstünü çiz. Avrupa’dan gelmedilerse o halde şartlı mülteci olabilirler fakat mülteci ve şartlı mülteci statüleri daha çok bireysel başvurular ile hak kazanılabilen statüler. Kişisel durumların teker teker incelenmesi neticesinde verilen statüler. Yani bunu 2-3 bin kişiyi ülkesinde ağırlayan ülkeler yapabilirler fakat milyonlarca kişi tarafından neredeyse istila edilmiş olan Türkiye için bu statülerin peynir ekmek gibi dağıtılması pek mümkün değil. Bu sebeple şartlı mülteci statüsüne uygun olmalarına karşın Türkiye, Suriyelilere şartlı mülteci statüsünü vermiyor.


İkincil koruma statüsü için incelersek; mesela bırakın Suudi Arabistan’a gitmeyi, Suudi Arabistan’ın Türkiye Başkonsolosluğu'na gidince bile parçalara ayrılıyorsanız ikincil korunmaya ihtiyacınız var demektir. Çok uzaklara gitmeyelim; Can Dündar, Mehmet Ali Alabora Türkiye’ye ailesi ile bayramlaşmaya gelip de elini kolunu sallayarak gidebiliyor mu? Hayır. Çünkü burada suçlu konumunda. Siyasi suçlu. Bu kişilerin de uluslararası alandaki statüsü ikincil korunma. Çünkü karşısındaki devlet onu eline geçirirse ne yapacağı aşikar. Anlayacağınız bu statü de Suriyelilere uygun değil.


Sığınmacı ya da göçmen diyebilir miyiz peki? Sığınmacı olabilmesi için yukardaki üç statüden birine başvurması ve bu sürecin tamamlanmamış olması ve bekleme aşamasında olması gerekliydi. Böyle bir süreç olmadığına göre bu kişilere sığınmacı demek de doğru değil. Göçmenlik hususu ise daha çok Afgan ve Pakistanlılara uygunken iç savaş sebebiyle Türkiye’ye gelen Suriyeliler için uygun bir kavram değil.


Eeee peki ne yapacağız biz bu insanları? Boşa koysan dolmuyor, doluya koysan almıyor diyeceğimiz noktada yasa koyucu 2013 yılında yürürlüğe giren Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununda Suriyelileri tanımlamak için özel bir kavram ortaya atıyor. Geçici Koruma Statüsü.


Geçici Koruma Statüsü:

Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir.


Bu kişilerin Türkiye’ye kabulü, Türkiye’de kalışı, hak ve yükümlülükleri, Türkiye’den çıkışlarında yapılacak işlemler, kitlesel hareketlere karşı alınacak tedbirlerle ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlar arasındaki iş birliği ve koordinasyon, merkez ve taşrada görev alacak kurum ve kuruluşların görev ve yetkilerinin belirlenmesi, Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.


Geçici koruma statüsü tamamıyla Suriyelilere şartlı mülteci statüsü vermemek üzere oluşturulmuş bir ara formül. Çünkü iktidar da Suriyeliler ilk olarak ülkeye giriş yaptıklarında sayının bu kadar artacağını beklememişti. 100.000 sayısını psikolojik eşik olarak görüyor ve bu sayının üzerindeki insanın kamplarda tutulamayacağını öngörüyordu. Rakam hızla artınca onlar da bu insanlara şartlı mülteci statüsü verip bu kişilerin uluslararası alanda korunacak bir statüye sahip olmalarının önüne geçmek istedi. Ayrıca bu statünün bir önemli kritik noktası da şu ki; bu statü kapsamındaki kişilerin Türkiye sınırları içerisinde yaptıkları doğum sonucu ortaya çıkan bebek Türk vatandaşlığını kazanamıyor. O da annesi gibi geçici koruma statüsünde değerlendiriliyor.


Suriyelilere şartlı mülteci statüsünü vermeyen iktidar, günümüzde ise uluslararası hukuk çerçevesinde Suriyelilerin asla gönderilemeyeceğini ifade ediyor. Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hukuku, uluslararası kuralları anımsamış olması güzel. Suriyelilerin Cenevre Anlaşması vb. uluslararası hukuk metinlerine göre gönderilemeyeceğini iddia eden Erdoğan'ın, İstanbul Sözleşmesi'ni tuvalet kağıdı gibi kullanıp atarken bunu da yetkisi olmadığı halde şahsi kararnamesi ile yaparken (boşa sallamıyorum gir Şahsımın Şahsıma Verdiği Yetkiye Dayanarak... oku) şimdi hak hukuk vb. kavramlardan dem vurması ironik. Erdoğan’ın bir önceki uluslararası hukuk vurgusu da köprü taahhütleri konusunda olmuştu. O zaman da hiç boşuna heveslenmeyin siz iktidarda olsanız da bu paraları sizden son kuruşuna kadar alırlar demişti. Cumhurbaşkanı'nın ilginçtir ki hukuku sahiplendiği iki konu da ülke menfaatlerinin aleyhine işliyor. Yurt içi ve dışında siyasal planlarını bozan bir hukuki karar alındığında ise Cumhurbaşkanımız iktidar ortağı ile birlikte AİHM’e de meydan okuyor, Anayasa Mahkemesi' ni kapatmakla da tehdit ediyor. Ne desek boş, biz dönelim Suriyeliler meselesine.


Son dönemde artan tepkiler üzerine iktidarın, "Suriyelileri geri gönderemeyiz. Hem nasıl olacak o iş?" sorusuna cevap, iktidarın kendi çıkardığı yasada mevcut. Yasada belirtildiği üzere geçici korumada olan kişilerin nasıl geri gönderileceğinin düzenlenmesi yetkisi Cumhurbaşkanı'nda. Yani yetkisi olmadığı halde İstanbul Sözleşmesi'nden şahsi kararnamesi ile çıkan Cumhurbaşkanı, yasanın kendisine tanımış olduğu yetki kapsamında çıkaracağı yönetmelik ile Suriyelilerin dönüşünü her bir ayrıntısına kadar düzenleyebilir. Fakat görünen o ki, şu anki Cumhurbaşkanı bu yolu seçmeyecek. Suriyelilerin gitmesini isteyen halk için ise tek seçenek kalıyor, o da Suriyelilerin geri dönüşüne dair o yönetmeliği çıkarıp uygulayacak Cumhurbaşkanı'nı seçmek.


Bu haftalık bu kadar. Olayın hukuki boyutunu anlatıp girizgahı yaptık. Önümüzdeki yazılarda işin sosyolojik, ekonomik ve siyasi yanlarını işleyeceğiz. O zamana kadar kendi ülkenizde güvende ve sadece sevdiklerinizin kadrajında kalabilmeniz ümidiyle.

 

Eğer yazıyı beğendiyseniz;


Yeni yazılardan haberdar olabilmek için siteye ücretsiz üye olabilir ya da sosyal medya hesaplarını takip edebilirsiniz,

Yazılardan daha fazla kişinin haberdar olmasını isterseniz de, yazıyı aşağıdaki logolar vasıtasıyla whatsapp/telegram gruplarında ve sosyal medya uygulamalarında paylaşabilirsiniz.


Her zaman farkında kalabilmek ümidiyle.

3.383 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Tohum Meselesi

bottom of page